ŞİFA SOKAK’TAN DENİZE BAKMAK
Güven Birkan, 03.02.2021
Yaşam denizlerden başladığı için mi nedir, insan denen yaratık milyonlarca yıl sonra hala denize ulaşmaya çalışıyor. Biz de toplum olarak en azından görmek için, olanak bulanlar yakınında mangal yapmak için, hatta bazılarımız ayaklarımızı olsun suya sokmak için denize yaklaşmaya çalışıyoruz; birbirinin üzerinden denizi gören binalar inşa ederek, asfalttan pek uzaklaşmadan piknik yaparak, paçalarımızı sıvayıp sahil boyunca yürüyerek. Denizin daha içerilerine gitmek istediğimizde de denizi doldurup üzerinde binalar bile yapabiliyoruz.
Daha sonraki yıllarda sokağa, başka bir köşke atfen Şifa adı verilir. İlyas Bey’in köşkünün hemen karşısına inşa edilen bu bina Jinekolog Doktor Mahmut Ata Bey’e aittir ve aynı zamanda minik bir hastane olarak da hizmet vermektedir. Kagir olması nedeniyle bina günümüze kadar gelir, tabii sokağın ismi de. Ancak, önündeki özgün kayıkhane yapısı, belki de deniz doldurulurken yıllar önce yok edilmiş, köşk yeni sahiplerince özel okul olarak kullanılmıştır. Daha sonra yıllarca boş kalan bina 2016’da ciddi bir restorasyon ile yine okul olarak yaşama döndürüldüyse de şimdilerde, bir virüsün eğitimi engellemesi sonucu yeniden satışa çıkarılmış durumdadır.
Son on yıldır kentin her yanından gelen gençler, özellikle hafta sonları ve akşam üzerleri, kollarının altında portatif sandalyeleri, yaygıları ve kumanya torbaları ile Şifa sokaktan akın akın geçip, bu sahil parkına ulaşıyor. Bu yaya trafiğinin bir yan ürünü olsa gerek, sokağın üzerinde, minik bir otelin zemin katında, masalarının boş kalmadığı bir de kafe oluşmuş durumda. Belki de müşterilerinin çoğunu bitişikteki Kadıköy Anadolu Lisesi’nin öğrencileri oluşturuyordur, ya da daha yukarıdaki Sen Jozef Fransız okulunun gençleri.
Sokağın uzun yıllardır izleyici çeken belki de tek nesnesi, yaz geceleri pıtrak gibi çiçek açan dallı budaklı koca bir kaktüs bitkisidir. Kaktüs çok dikkati çekse de yoldan geri çekilmiş apartmanların önlerindeki bahçelerde, gelip geçenin fark etmediği birçok nadir bitki yaşamaktadır. Bunlardan biri, ön bahçe zeminini kaplayan “yabani” menekşe, (herba violae tricoloris) bahar geldiğinde yeşil yapraklarının altında gizlenen mor çiçekleri ile sokaktan geçenleri mest edecek yoğun bir koku yayar. Bir başka bahçenin iki ucundaki kısmet ağaçları (clerodendron trichotomum) yaz ortasında sokağı yoğun bir limon çiçeği kokusu ile doldurur. Sokağın ucundaki uzun merdiven boyunca sahile kadar uzanan akşam sefası (mirabilis jalapa) kolonisi tüm yaz boyunca gün batarken hoş kokusu ile inip çıkanları mutlandırır, üstelik bakım da istemez ve yere düşen tohumlarıyla her yıl kendini yeniler. Apartmanlardan birinin bahçe kapısını şenlendiren Akdeniz yasemininin (jasminum officinale) yaz kış çiçek açması ise kuzeye kapalı olan ve sürekli güneş gören bu sokağın özel ikliminin bir hediyesi olsa gerek. Başka bir apartmanın cephesine tırmanan Ada Begonvili olarak bilinen çalı türü sarmaşık ise rengi ile yoldan geçenleri büyüler.
Sokaktaki en son inşaat sanırım
15-20 yıl önce yapıldı. Ama bu günlerde yeniden yık-yaplar başladı, ama henüz
dört kat sınırı korunmakta. Yaklaşık 30 apartmanı ve 200 kadar konutu barındıran
sokak yaya trafiği artmadan yıllar önce, bir araba parkına dönüşmüştü. Ama
burada yaşayan ailelerin arabaları sokağı tam olarak dolduramadığında yakın
çevrede ikamet edenler de arabalarını buraya park etmeye başladılar. Fenerbahçe
stadyumunun kapasitesinin 50.000’in üzerine çıkarılmasıyla maç günlerinde sokak,
“futbolizlemeseverlerin” saldırısına uğramaya başladı. Hem park yeri hem de
kestirme yol bulma ümidiyle sokağa giren arabalar, amaçlarına ulaşamayıp geri
dönmek zorunda kalınca gün boyunca tam bir kargaşa yaşanır oldu.
Dizi izleyicileri artıp araya alınan reklamlar tüm TV kanallarını kapladığından beri, dizi çekimleri için günübirlik kiralanan evlerden birinin çevresi, çekimi destekleyen10-15 taşıtla tıka basa doldurulur oldu. Bu karavan tipi taşıtların kiminde oyuncular giyinip soyunuyor, kiminde ütü yapılıyor, kimi yemek servisi yapıyor, kimi elektrik üretiyor…. Bir yandan da çekime katkı yapan 50-60 kişi, görev dışı saatlerde sokak boyunca volta atıyor. Yemek saati geldiğinde, ayarlanan bir boşluğa kurulan portatif masalarla oluşturulan açık yemekhanede karınlar doyuruluyor.
Aslında Şifa sokağa giren ilk araba Doktor Mahmut Ata Bey’in 1930’larda kullandığı Ford idi. Bu araba bir olasılıkla, o yıllarda Ford’un Tophane’deki fabrikasında üretilen T modeli arabalardan biri olsa gerekti. Ama bu araba doğaldır ki “yerli ve milli” değildi. Levent Civelekoğlu şöyle anlatır: Köşkün kapısındaki küçücük iki kapılı sandık gibi kırmızı otomobil o civarda hangi kapının önünde görülse, o evde bir doğum olduğu anlaşılırdı.
Şifa sokağın girişindeki köşede, dükkânın
önünde sipariş üzerine kişiye özel bisiklet imal eden mini atölye, sokaktaki
tüm bu motorlu taşıt hareketliliği ile tam karşıtlık oluşturuyor. Bir yandan da
sokağın yerini bilmeyenlere ana yoldan sapılacak noktayı belirleyen bir işaret
görevi üsleniyor. Son zamanlarda kısa mesafeler için kiralanıp, herhangi bir
yerde terkedilebilen ve tek kişinin ayakta yolculuk yaptığı elektrikli
“scooterler” de sokağın orasına burasına bırakılıyor.
Arabaları bir kenara bırakırsak Şifa sokağın en sürekli sakinleri her yıl çoğalan sokak kedileridir. Bunlara zaman zaman bir punduna getirip hapishanelerinden kaçan, obez ev kedileri de katılır. Sokağın kedileri, insanlardan çok arabalarla ilişki içindedirler. Açık çöp konteynerlerinde yiyecek aradıkları ya da kuş avlamak için ağaçlara tırmandıkları istisnai etkinlikleri dışında yazın gölgelenmek için arabaların altında, kışın da güneşlenmek üzere motor kaputlarının üzerinde günlerini geçirirler. En son hangi arabanın park ettiğini, kedilerin yeğlediği arabalara bakarak anlayabilirsiniz, motorları henüz soğumamıştır. Kediler elinde poşetlerle sokağa girenlerden, kumanyaları ile sahildeki parka gidenleri seçip yol boyunca eşlik ederler, bir ümitle. Kendilerine düzenli olarak kuru mama veren hayır-hayvan severleri ise belli saatlerde ve belli noktalarda toplanıp beklerler.
Arabaları kullananlar sadece kediler
değil elbet. Artık deniz yaşamından bıkıp karaya çıkan martılar da yaya olduklarında
araba tepelerini yeğliyorlar, sokakta periyodik olarak dağıtılan katı
mamalardan paylarını düşeni kapıyorlar. Kargalar zaten her an ağaçlardan inip beslenmekteler.
Kedi-martı-karga üçlüsü tümüne aynı anda hitap eden bir yiyecek türü çöp
bidonlarının yanına döküldüğünde, sofranın etrafında buluşup, kavga etmeden
sırayla karınlarını doyuruyorlar. Önce kediler, sonra martılar, en son
kargalar. Bir de transit geçen kanatlılar var, İstanbul’un uzun süreli konuğu
yeşil papağanlar. Tam gün batımı anında, Şifa Sokağı ucunda durup başınızı gök
yüzüne kaldırmanıza bile gerek olmadan geçtiklerini
anlarsınız. 20-30 lu gruplar halinde büyük ciyaklamalarla aralarında sohbet
ederek, Sarayburnu tarafından Kalamış’a doğru uçarlar.
İkibinlere gelinceye dek, Şifa
Sokak boyunca mahallenin çocuklarının yaya ve araç gidiş gelişinden korunmuş
olarak, kızlı erkekli oyunlar kurduklarını görürdünüz. O çocuklar zamanla
büyüdüler ve birer birer ortadan kayboldular. Yaşamlarını başka yerlerde
sürdürdüler, çocuklarını da oralarda dünyaya getirdiler. Şimdi artık Şifa
Sokak, dışarıdan gelip ev kiralayan ya da satın alanlar dışında, çocuklarının
ve torunlarının ziyaretini bekleyen küçülmüş yerli ailelerin yaşadığı bir
çıkmazlar topluluğu.
Şifa Sokağın ucundan Yassı ve Sivri adaları, hatta iyi havalarda Armutlu Yarımadası’nın ve İmralı’nın siluetini fark edersiniz. Yenikapı adını alan en güneydeki mini çıkmazın ucundan ise Kalamış Koyu’nu izleme olanağı bulunur. Ben aynı noktadan baktığımda, Kurbağalıdere’den sandal kiralayıp koyda denize girdiğimiz gençlik günlerini görüyorum.
Kuzey güney doğrultusunda
konumlanan Şifa sokağa yaz aylarında ana yoldan girip denize doğru yürümeye
başladığınızda ağaç dallarının oluşturduğu tünelin ucundaki ışığın içinden
kocaman yelkenli teknelerin geçtiğini görürsünüz. Her nedense denize
yaklaştıkça deniz manzarası genişler, tekneler küçülür ve bu göz aldanması
biter. Ama bu kez deniz üzerinde onlarca minik teknede küçücük çocukların
botlardaki eğitimcilerin gözetiminde yelken eğitimi aldığı bir engin dershane
ortaya çıkar, beyaz kelebekler tüm ufku kaplar.
İşte bu görüntü günün birinde kafamda bir şimşek çakmasına neden oldu ve 70’lerime girerken yelken eğitimi almaya karar verdim, vapurla karşıya geçmekten başka denizcilik deneyimim olmadığı halde. Eşim de bu etkinliğe katıldı ve bir yelkenli tekne edinip daha uzak denizlere gitmeye başladık. Bir çıkmaz sokağın insanı bu denli uzaklara ulaştırabileceği akla gelir mi?
1939 yılında Topoğraf J. Pervitiç tarafından hazırlanmış sigorta haritaları dizisinden. Küçük Moda paftasının bir bölümü Şifa Sokağı ve bağlantılarını gösteriyor.
Altta bölgenin bugünkü durumu
Bu ne güzel bir yazı.Bana çocukluk günlerimi hatırlattı.Bahariyedeki ahşap evimizden kaçar bu sokaktan denize sahile iner Balık tutardim.
YanıtlaSilMahmut Ata köşkünün karşısında rahmetli Nejat eniştemin evi vardı. Şimdi yerinde ne var bilmiyorum .
YanıtlaSil