1 Ağustos 2011 Pazartesi

MERGUS “TEMİZLENİYOR”

Mergus’u alalı bir yıl oldu. Devamlı suyun içinde duran bir nesnenin kirlenemeyeceği gibi bir önyargıdan yavaş yavaş vazgeçmeye başladım. Aslında, suyun altında tekne ile birlikte yaşayan canlıların temiz mi kirli mi olduğunu bilmiyoruz, ama bunların temizlenmesi gerektiğini, deneyimli-deneyimsiz tüm denizciler söylüyor; yani, istemediğimiz şeylerin “kir” olduğunu kabul ediyoruz. Pratikte benim için önemli olan ise, bir yıl önce 7,5 knt hızla giden teknenin artık 6 knt’a takılıp kalmış olması. Tekne, benim su üstünde taşıdığım canlıların çok daha fazlasını, sürekli olarak suyun altında gezdiriyor. İşte bu durum Yalova’ya gidişimin asıl nedeni; bu canlıları orada “karaya çıkaracağız”; sadece onları değil, tekneyi de karaya çıkaracağız ki altı “temizlenebilsin”. Böylece, en azından bir süre, sadece benim izin verdiğim “yolcular” bulunabilecek teknede.

Ama aynı zamanda, bu temizlik işi bir bahane; Mergus, ilk kez bir başka limanda geceleyecek, tabii ben de; eşim Çelen ise, akşama deniz otobüsü ile İstanbul’a dönüp, birkaç gün sonra dönüş yolculuğuna katılmak üzere geri gelecek. Bu yolculuk olmasa, biz “Pendik’ten Pendik”e kısır döngüsünü hiç bir zaman kıramayacağız. Bir yıl kendi kendimize yaptığımız eğitim çalışmalarının ne işe yaradığını da böylece tartmış olacağız.

“Gezgin Korsan” grubunun girişimi sonucu, Yalova’daki Setur Marina çekme-atma-geceleme için çok iyi bir fiyat verince, teknenin alt bakımını Pendik’te yapmaktan vazgeçme olanağını buldum. Bu “etkinliği” örgütleyenlere ve özellikle Mehmet Erem’e sonsuz teşekkür; katılımı özendirdi, katılacakları belirledi, fiyatlar aldı, yerinde görüşme ve inceleme yaptı, bireysel soruları yanıtladı. Sonunda otuz kadar tekne Yalova’ya gitme kararı aldı, ancak aynı anda gitmeleri söz konusu değildi, etkinlik mayıs ayına yayıldı, bu durum marina yönetiminin de işine geldi. Benden önce, çok sayıda tekne aynı günlerde Yalova’da karaya çekilmiş ve bir şenlik havasında topluca bakım yapılmıştı. Benim gideceğim günlerde ise, Gezgin Korsan grubundan kimse orada olmayacaktı, çünkü çoğunluk hafta sonlarını tercih ediyor, ben ise hafta içini kolluyordum.

Yalova’da Mergus’a yaptırmam gereken işlemler özetle şunlardı: teknenin karaya çekilip desteklenmesi, basınçlı su ile karinaya (su altı kesim) yapışık yaşayan canlı ve cansızların temizlenmesi, karinadaki boya yüzeyinin ıslak zımpara ile temizlenmesi ve önce astar, sonra da iki kat zehirli boya sürülmesi, bordaya pasta cila yapılması, tutya değişimi. Bu işlemler için, M. Erem’in verdiği bilgiye dayanarak, Yalova Marina çekek yerindeki tek dükkanın sahibi Nurettin Bey ile telefonlaşıp (533 7339416), 12 TL/m2 fiyat üzerinden anlaştık. Boya ve öteki malzemelerde de indirim sözü aldım.

Yola çıkmadan, Setur Marina ile görüşüp yaklaşık varış saatimi bildirdim. Bu arada, teknelerin çekek yerinde hasar görmesi durumunda sorumluluğun kimde olacağını sordum. Tekne sigortamızın bu durumları kapsayıp kapsamadığını kontrol etmemiz gerektiğini söylediler; poliçedeki minik yazılardan pek bir şey anlayamayınca acentayı arayıp, kapsadığını doğrulattım.


SEYİR

İzleyeceğim güzergahı iyi kötü kestiriyordum, çünkü ne zaman Pendik’ten seyre çıksak, marinanın bitişiğindeki iskeleye gelen ya da oradan hareket eden bir feribot ile burun buruna geliyor, onların yoluna girmemeye özen gösteriyorduk; feribotlar ağır ağır limandan çıkıyor ve aniden hızlanıp ok gibi dümdüz Yalova istikametinde gözden kayboluyorlardı. Yine de haritada rotayı çizdik; 172º ile gittiğimizde tam Yalova Setur Marina’nın girişine varacaktık:
Girişteki yeşil fenerin [G Fl (2) 4.0sn (0,5 on+1,0 off+0.5 on+2,0 off)] konumu:
40 º 39,707’ K, 29 º 16,440’ D

Beklenmedik bir durum olursa diye, yola çıkmadan önce, Çınarcık ve Esenköy limanlarının da koordinatlarını not ettim.

Çeşitli hava raporları, aynı saatler için, K ve KD’dan 4-8 knt arasında bir rüzgar öngörüyordu.
Mayısın dokuzu, Pazartesi saat 08.25’de palamarları çözüp Pendik’ten ayrıldık. Karadan uzaklaştıkça ilk yarım saatin esintisinin yerini, çok sakin bir hava aldı. Deniz seviyesindeki sis, karşı sahili tamamen örtmüş durumdaydı. Pusula ve elektronik harita ile yönümüzü belirleyip, motoru çalıştırdık; ama ana yelkeni de kapatmadık. Motor 2500 devirde çalışırken, hızımız 5 knota sabitlendi.

İzmit Körfezi’nin Marmara’ya açıldığı ağızı boydan boya katederken, neredeyse hiç bir deniz aracı göremedik. Bu nedenle, yarı yola ulaşırken Yalova ve Pendik'ten hareket eden feribotların 300-350 metre açığımızda karşılaşmaları, önemli bir olay oldu diyebiliriz. Bu teknelerden biriyle tam Yalova Marina’ya gireceğimiz sırada ikinci kez karşılaştık. Uzaktan bir iki küçük ticari gemi de görmedik değil. Yalova sahili seçilmeye başladığında da, batıdan iki yelkenlinin Yalova yönüne gitmekte olduğunu farkettik. Daha sonra onları izleyen bir yelkenli daha belirdi. Yalova’ya ulaştığımızda, bunların da aynı amaçla Setur Marina’ya gitmekte olduklarını öğrendik.

ARTIK YALOVA’DAYIZ

Daha önce Marina’ya telefon edip, saat 13.00 civarında limana girebileceğimizi söylediğimiz halde, yelken seyri yapmayınca, 14 millik yolu 3 saatte katedip, saat 11.30’da çekek yeri rıhtımına sancaktan aborda olduk. İstanbul’daki marinalardan sonra, burası henüz kullanıma açılmamış gibi, son derece sakin bir görünüm sunuyor. Marinada sadece 20-30 tekne bağlanmış durumda; bunların da çoğu motoryat. Bir uçta da, fabrikadan getirilip denize yeni indirilmiş, kısmen donatılmış Azuree teknelerinin bağlı olduğunu görüyoruz. Ertesi gün, tır ile getirilen yeni bir Azuree’nin, tırı izleyen koca bir vinç ile denize indirilişini izlemek oldukça ilginç bir deneyim oldu. İkinci bir tır ile de teknenin direği geldi ve yarım günlük bir uğraşma ile aynı vinç kullanılarak yerine oturtuldu. Direkten sarkan, ıstralya, balançina ve mandarların oluşturduğu rengarek halat kargaşalığını bir düzene sokup tekne gövdesine bağlayarak direği kendi başına ayakta durur hale getirmeleri, bayağı seyirlik bir olaydı.

Marina görevlileri bağlanmamıza yardım ettikten sonra, beni yönetim binasına yönlendirdiler. Marinadaki yapılar, tek katlı, gözü rahatsız etmeyen son derece yalın bir mimariye sahip. Servis ve yönetim birimleri ve bir kafe ile, birkaç gün sonra çalışmaya başlayacak bir restoran dışında, işletmeye açılmış bir tesis yok.

Belgelerimi görevliye veriyorum; gerekli bilgileri kendi kayıtlarına aktardıktan ve sigorta poliçemin kopyasını aldıktan sonra geri veriyorlar. Bir de sözleşme imzalatıyorlar. Sözleşmeyi okursanız hemen geri dönersiniz; tekneniz bir yana, neredeyse yönetim binası yansa, size tazmin ettirecekler. Görevlilerin elinden gelen bir şey yok; sanırım bütün marinalar aynı tutum içindeler


Alt temizleme ve boya işlerini üstlenen Nurettin Bey’i arıyorum; ustaların ne zaman gelebileceğini soruyorum; bir saat içinde ulaşabileceklerini söylüyor; ben de fazla gecikmemelerini rica ediyorum. Bizden önce sırada iki tekne var karaya çekilmeyi bekleyen. Önce onların sudan alınıp, altlarının basınçlı su ile yıkanmalarını, sonra da yerlerine taşınıp desteklenmelerini izliyoruz; bu operasyon her bir tekne için yaklaşık bir saat sürüyor. Bu arada, teknisyenler, çekek kanalının bitişiğindeki minik servis binasından istediğimiz kadar çay içebileceğimizi söylüyorlar; makbule geçiyor.


Lift'in salıncakları hazırlanıyor

  Saat 14.00’te sıra bize geliyor; “lift”in bizi havalandıracağı çekek kanalına giriyorum. Bu arada boya ustaları (Sinan ve Mert) gelip beklemeye başlıyorlar. Boş durmaktansa teknenin manevrasına yardımcı oluyorlar; liftten sarkıtılan bantların tekneyi alttan kavrayabilmesi için teknenin kanalı ortalaması gerek, bu nedenle iki yandan halatlar ile yardımcı olunuyor, ayrıca önden üçüncü bir halatla çekiliyor (kısaca üç palamar halatını hazır etmek gerek). Tekne bordasında, bu bantların tekneyi hangi noktadan kavrayacaklarını belirleyen işaretlerden biraz sapma farketmekle birlikte, ses çıkarmıyorum; marinanın teknisyenleri işlerini bilen insanlar gibi görünüyor, elbet bir bildikleri vardır.



Mergus havada
 
 



















Tekne yavaş yavaş sudan çıktığında, karinanın ve özellikle dümen palası ve salmanın midye tarlasını andırdığını görüyoruz. Öteki tekneler basınçlı su ile 10 dakikada temizlendiği halde, Mergus’un alt yıkaması yarım saati buluyor ve beton zemine hiç değilse 50 kg deniz mahluku dökülüyor; midye tavacılara satsak, masrafımız çıkabilirdi (bunlar aslında midye değil belki ama bir tür sert kabuklu deniz canlısı). Söylenti o ki, tekneye Fransa’da denize inmeden atılan boya ve astara pek özen gösterilmez imiş; bu yüzden de koruyuculuğu fazla olmazmış. Bu arada, pervane erimesin diye takılan kurşun tutyanın tamamen yok olduğunu görüyoruz.

midye tarlası


















Lift tekneyi, daha önce karaya çekilen iki teknenin yanına taşıyor; kıçı denize bakmak üzere yavaş yavaş indiriyor; salma yere değmeden önce altına ahşap destekler konuyor. Ancak teknenin yatay durması için, salmanın önündeki ve arkasındaki desteklerin yükseklikleri farklı olmak zorunda. Bu yüzden 5 cm kalınlıkta tahtalar üstüste konarak bir ayar yapılıyor ve tekne her iki doğrultuda da yatay olacak bir biçimde takozlara oturuyor; ama hala lifte asılı duruyor. Bu pozdayken iki yana konacak ahşap destekler için ölçü alınıyor. Marina teknisyenleri yarım saat kadar ortadan kayboluyorlar.


Midyelere dönme dolap




Basınçlı su ile temizlik

 
 


















Yemek molası sanıyorsak da yanılıyoruz, çekek yerinin öteki ucundaki kereste yığını arasında uygun dikmeler (15x15) bulup, kesip biçerek istenen ölçüye  getirmeleri gerekiyormuş. Geri geldiklerinde, hızla iki yana dörder dikme yerleştirip, alt ve üstten ahşap kamalarla sıkıştırıyorlar. Son olarak da öndeki iki dikmeyi ve arkadaki iki dikmeyi çaprazlarla birbirine bağlıyorlar. Lift artık tekneyi serbest bırakabilir.

Uçtu uçtu Mergus uçtu
















Ustaların uyarısı ile yönetim binasına gidip, su ve elektrik bağlantısını sağlamak üzere, “transponder” adı verilen bir kart alıp, servis kutusuna takıyorum. Ustalar da Nurettin Bey’in dükkanından (Ova Marine), gerekli sarf malzemesini benim hesabıma alıp, Ahmet Bey’e yazdırıyorlar;  %20 indirimle ödeyeceğim. (Ahmet Bey, benim adıma hesaplı davranıp ustalar istese de her şeyin en pahalısını vermediğini söylüyor). Çalışma başladığında, artık ikindi olmuş durumda; saat 16.00’ya gelmek üzere.


Destekler yerleştirildi: kırkayak mı ne?
 
















Sinan ve Mert, üstlerini değişip, iş eldiven giydikten sonra,  liftin kaldırma bandının altına rastlayan yerlerdeki deniz ürünlerini temizliyorlar ve ilk iş olarak, su hattına bir yapışkan bant çekiyorlar; bordaya boya bulaşmasın diye. Sonra teknenin altına giriyor, karinaya bir yandan su püskürtüp, bir yandan da zımpara yapmaya başlıyorlar. Tekneden akan koyu mavi boya, bir süre sonra ikisini de yukardan aşağı masmavi yapıyor. Ne maske, ne de başlık var. Akan boyaya “zehirli boya” dendiğini anımsadıkça huzursuz oluyorum.

Beton zemine akan boyalı su giderek yayılıyor, ayakkabıların altında her yere taşınıyor. Tekneye çıkmaya korkuyorum, bastığım her yer koyu bir mavi.
Çelen ile marinanın hemen arkasındaki çarşının içine dalıp, Yıldızlar’da peynirli pide yiyip ayran içiyoruz. Daha sonra Çelen’i deniz otobüsüne uğurluyorum.

Bizden önce karaya toplam üç tekne çekilmiş durumda. Bunlar, Yalova’ya yaklaşırken uzaktan izlediğimiz tekneler; Ataköy’den yola çıkmış üç arkadaş; yaşlarını başlarını almış, beyefendi görünümlü. İkisi eşleriyle, biri yalnız. Anlaşılan, bu iş için bağlantı yaptıkları kişilerle aralarında anlaşmazlık çıkmış, kendi aralarında ne yapacaklarını konuşuyorlar. Derken bizim ustalara yanaşıp, bir anlaşma yapmaya çalışıyorlar. Her ne kadar, Yalova’daki Ova Marine’in sahibi ile anlaşma yaptıysam da ustalar karşıdan geliyor ve Pendik Marina’daki BodrumYat’ın elemanları. Özetle, BodrumYat ile telefon aracılığıyla anlaşıyorlar ve acilen birkaç usta daha gönderilmesini talep ediyorlar. İşte o andan başlayarak işin düzeni kalmıyor, beklenen ustalar ancak hava kararırken feribot ile Yalova’ya ulaşıyorlar; ancak o arada benim ustalardan birini, bana danışmadan, kendi teknelerinde çalışmaya zorluyorlar ve izleyen iki gün boyunca ustalar bir o tekneye bir bu tekneye çekiştirilmekten bizar oluyor. İşin sırası şaşmaya başlıyor.....

Yelkencilerin birbirlerine karşı daha saygılı olmasını beklerdim.

Hava kararırken kuvvetli bir poyraz denizi yalayıp, ustaların terini soğutmaya başlıyor. Yeterli ışık yok, çekek yerinin ortasındaki yüksek direğe takılı kuvvetli aydınlatıcılar arızalı. Normalde, hava karardığında benim ustalar gideceklerdi, ama aynı anda dört teknede birden çalışılmaya başlanınca, iş saat 22.00’ye kadar sürdü. Zımparalama tamamlandı ve karanlıkta el yordamıyla zehirli boya sürüldü.
Ustalar ellerini yüzlerini temizlemeye çalışırken bazılarının aseton kullandıklarını gördüm; vücuda zararlı olabileceği konusunda uyardım, ama aldırmadılar. Acaba ben mi yanılıyorum? Tırnaktaki ojelerin çıkarılmasında kullanılan minik aseton şişelerini anımsıyorum, ama deriye doğrudan uygulandığını hiç görmemiştim. Asetonu, istenmeyen yerlerdeki boyaları temizlemek için kullanmak üzere, dükkandan koca bir gaz tenekesi ile aldılar; kullandıkları kadarının parasını ödeyecekmişim; ilginç bir uygulama.

Boya fiyatlarını anlamak olanaksız. Kullanacağım International/micro-extra boyanın 2.5 litrelik kutusu (satarken bu miktar nedense bir galon olarak anılıyor) piyasada standart olarak 360 TL (teklif aldığım bakım firmaları da, tekliflerini bu fiyat üzerinden oluşturuyorlar) , bana iki kutu fazlasıyla yetiyor. Nurettin Bey’in dükkanında bu kutu indirimli satılıyor: 306 TL. Ancak çekek yeri komşularımdan biri, bu boyayı 250 TL’ye aldığını söyledi; satıcısıyla telefon bağlantısı kurduk, ancak İstanbul’dan kargo ile yollanması gerekecekti ve bir gün kaybedecektim. Ustam Sinan, BodrumYat’taki patronu ile görüştü ve boyayı 280 TL’ye almamı sağladı. Astar olarak kullanacağım aynı markanın Primakon’unda da bir indirim sağlandı.

Ustalar feribota gider gitmez, ben de tekneye tırmanıp, bir şeyler yedim ve yattım. Rüzgar bir süre daha esti ve ısı 5 dereceye kadar düştü. Kardeşimin eşi Yusuf’tan ödünç aldığım uyku tulumu durumu kurtarıyor. Gece yarısı, ortalık süt liman. Gün doğarken uyanıp kendime çay yapıp ısınıyorum. Sonra da marinanın öbür ucundaki WC’lerin yolunu tutuyorum. Temiz, düzgün ve her şeyden önemlisi sıcak oluşları hoşuma gidiyor. Gerçi çekek yerindeki WC’lerde de sıcak su var ama orası hem serin hem de biraz hor kullanılıyor.


NİHAYET ZEHİRLİ VURULUYOR

10 mayıs Salı; ustalar sabah 09.00’da çalışmaya başladı. Hava durgun. Önce karanlıkta gözden kaçmış yerlerin astarı vuruldu. Sonra astarı kurumuş bölgelerden başlayarak zehirli boya sürülmeye başlandı. Boya olarak “denizci mavisi” (laciverte yakın bir mavi) seçtim; ilk boyası da aynı renkti.

Bu arada komşu teknenin pervanesi ile ilgili bir sorunu çözmek üzere çağrılan Zafer Evkuran (5323817791) ile tanışıyorum. Mergus’un şaftında da bir boşluk var, hazır karaya çekilmişken şaft yatağını da değiştirmeye karar verdim; biraz dolduruşa da gelerek. Özgün yatak tamamen  lastik görünümünde 10 cm boyunda bir boru; pervaneyi sökünce, ucundan tutup çıkarılabiliyor. Zafer’in önerdiği yatak ise, dışı pirinç içi lastik/neopren (?); Bavaria’larda Volvo motor ile kullanılanlar da bundanmış. Ancak takılma işlemi sırasında farkediyorum ki, bu parça şaft kovanına bütünüyle giriyor ve değiştirmek gerektiğinde bütün kovanı sökmek gerekiyor. Artık yapacak bir şey yoktu. Ne çok şey bilmek gerekiyor.

Zafer, makine sınıfından deniz astsubay emeklisi. Adını Pendik marinada komşum Murat Cem vermişti. Hatta kendisinden zehirli boya işi için teklif de almıştım, önce 1800TL diyip, 1500’e inmişti, ama bana yüksek gelmişti.

Zafer, emekli oluncaya kadar hep akdeniz-ege üslerinde görev yapmış, bu taraflara da gelme niyeti yokmuş. Yalova’ya taşınma nedeni, kızının üniversite eğitimi. Resme ve tasarıma eğilimi ve yeteneği nedeniyle ısrarlı davranıp, önce güzel sanatlar lisesine gidip sonra da üniversitede iç mimarlık okuyan kızının kararlılığından övgü ile söz ediyor.

Zafer işini çok iyi bilen bir tavır ile pervaneyi söküyor; o kadar sert çekiç darbeleri uyguluyor ki, pervane kırılacak diye korkuyorum. Yerinden fırladığında dümen palasına vurmasın diye de önlem alıyor. Telefon ile parça siparişini veriyor, ertesi gün elinde olurmuş. Pervaneyi bana teslim edip gidiyor. Tutya için de bir ölçü veriyor, Ova Marine’den gidip alıyorum.



İkinci kat zehirlinin vurulması, komşu teknelerin benim adamları kullanmasının yarattığı program aksaması nedeniyle cilanın arkasına kaldı, ama akşama kadar tamamlandı.

Bu işler yapılırken ben de Pendik denizinin sularıyla bir yıl boyunca iyice kirlenmiş usturmaçaları temizledim. Bunu tekne denizdeyken yapamıyorum, çünkü doğaya zarar vermeyen malzemeler bu kiri temizleyemiyor. Sıvı cif ve benzeri malzemeler kullanmak gerekiyormuş. Günlerden bir gün Pendik marinada cif ile usturmaça temizleyip suyunu denize akıtan yelkencileri görünce çok şaşırmıştım. “Bu işi çekek yerinde yaptığımızda fark ne?” denebilir. Çekek yerinde ızgaralı kanallar yardımıyla bütün kimyasallar bir arıtma/atık noktasına akıtılıyor; sonra ne mi oluyor? Gerçekten bilmiyorum, burası Türkiye. Neyse, usturmaçaları cifleyip duruladıktan sonra, boşta duran bir inşaat iskelesinin demirine asıp kuruttum; artık bir yıl idare etsinler.

Geceyi yine teknenin içinde uyku tulumunu “giyerek” geçirdim; Mayıs ayında böyle soğuk!!

SON İŞLER DE TAMAM

11 Mayıs Çarşamba; gün doğarken uyandım, “WC yürüyüşümü” yaparken, bir gün önce pırıl pırıl yapılıp denize indirilmiş bir teknenin, limana giren soluganlar nedeniyle debelenmekte olduğunu, ama bir yandan da bordasının beton rıhtıma sürekli sürtündüğünü gördüm. Usturmaçalardan bir çözülüp denize düşmüş. Gece bekçileri farkında olsalar belki önlem alırlardı. O anda da çevrede kimse yok. Asılı usturmaçaları kaydırarak sürtünmeyi önledim. WC dönüşü, suda yüzmekte olan usturmaçanın sahile vurduğunu farkettim; yere yatarak uzandım, parmağımın ucuyla yakaladım ve olması gereken yere bağladım.

Bu gün şaft kovan yatağının ve dolayısıyla pervanenin yerine takılması dışında bir işim yok. Ama bir de küçük sorunumuz var: teknenin altında çıkıntı yapan parakete pervanesi ve derinlik ölçme sensörü de bir kat astar, iki kat boya ile boyanmış durumda. Hemen anımsadım; teknenin el kitabında, bu işlem sırasında onların yerinden çıkarılması gerektiği yazıyordu. Ama bunu boya ustalarının da bilmesi gerekirdi. Neyse, aseton elleri yıkamanın dışında bir işe de yaradı; boyaları temizleyip paraketeyi çalışır duruma getirdiler.

Zafer’i beklerken kentte yürüyüş yapıyorum, limanın hemen gerisindeki pazardan taze meyva, sebze ve peynir alıyorum. Bu açıdan Marinanın konumu olağanüstü; giriş kapısından çıktığın anda, yakın çevreye ve hatta Bursa’ya giden bütün otobüs ve minibüslerin kalktığı bir mini terminal ile karşılaşıyorsunuz. Yolun karşısına geçince de üstü kapalı bir pazar yeri var. Ayrıca, feribot iskelesi de hemen marinanın bitişiğinde; ustalar feribottan indikten iki dakika sonra çekek yerindeler. Kentin bütün hareketini, marinadan izlemek olanağı da var; örneğin seçim kampanyası nedeniyle bu gün Kılıçtaroğlu, yarın ise T. Erdoğan Yalova’ya geleceği için kentte kıyametler kopuyor.

Zafer öğleyin geliyor, yatağı yerine takıyor; bir gün önce aldırdığı tutyanın büyük geldiğini farkediyor ve dükkana gidip değiştiriyor. Artık her şey tamam, ama Çelen, dönüş yolunda bana katılmak üzere Perşembe sabahı geleceği için bir geceyi daha uyku tulumunda geçiriyorum; marketten hazır çorba ve fırından taze ekmek alıp, kendime teknede ziyafet çekiyorum.


DÖNÜŞ

12 Mayıs Cuma, dönüş günü. Marina bürosuna gidip tekneyi denize indirmek ve limanı terketmek için gereken işlemleri ve ödemeleri yapıyorum. Lift geliyor, tekneyi kaldıracak bantlar teknenin altından geçirilip konumları ayarlanıyor; o anda farkediyorum ki, bordada teknenin bu bantlara oturacağı yeri belirten işaretler, tam parakete hizasında. Allahtan, marina teknisyenleri o işarete bakmayıp, bantları, gözleri ile görerek paraketeye zarar vermeyeck biçimde yerleştiriyorlar ve bu işaretlerin tam salma hizasına  konduğu durumlarla bile karşılaştıklarını söylüyorlar.

Destekler alınıp, tekne yerden 60-70 cm yükseltildiğinde, ustalar, hem salmanın altını, hem de ahşap desteklerin dayandığı yerleri hızla boyuyorlar. Her şey tamamlandığında lift yavaş yavaş tekneyi denize atacağı kanala taşıyor.


Tam o sırada Çelen marina kapısında beliriyor. T. Erdoğan mitingi nedeniyle deniz otobüsü her zamanki iskelesine yanaştırılmamış, Çelen de her zamanki iskeleye çıktığını var sayarak başlangıçta ters istikamete yönelmiş.

Mergus’un dışı pırıl pırıl ama, güverte rezalet: boya yapıldığı sürece güverteyi yıkayamadım, alta akacak sular, hem çalışanları rahatsız edeceği için, hem de boyanın kuruyup kurumadığını kestiremediğim için; ayrıca tekneye inip çıkarken yerdeki çamurla ortalığı yeniden kirleteceğim için.

Denize indirdikten sonra ise, geçici olarak bağlandığım rıhtımda su bağlantısının bulunmadığını farkettim. Teknenin kendi duş hortumunun kafasını çıkartarak  havuzluğu yıkadım. Temizlik bittikten sonra havuzluk zemininde bir lastik conta buldum, ama yola çıkma telaşı ile nereye ait olabileceğini kestiremedim ve sakladım. Günler sonra bu duşu kullanmaya kalktığımda, hortum ile duş kafası arasından sular fışkırınca, bulduğum contayı anımsadım.

Marinanın çok düzenli bir yakıt istasyonu ve çok düzgün bir pompa görevlisi var. Aslında bu görevli sanırım OPET’in elemanı. Bir kaç gün boyunca kendisiyle zaman zaman sohbet ettik: Nereli olduğunu sorduğumda, “İstanbullu’yum” dedi.  Son 20 yıl içinde ilk kez bu soruyu “İstanbul’luyum” diye yanıtlayan biri ile karşılaşıyordum. İkinci hatta üçüncü kuşak olarak İstanbul’da yaşayanlar bile “Rizeliyim”, ya da “Sivaslıyım” gibi yanıtlar verip, “memleketini” hiç görmediklerini itiraf ederlerdi.  Oysa bizim pompa görevlisi sahiden İstanbullu imiş, Üsküdar’da doğup büyümüş. Şimdi ise ailesi ile birlikte, Maltepe’de Süreyyapaşa Sanatoryumu civarında oturuyor ve her gün oradan geliyormuş. Bu sabah da, bir gün önce arızalanan pompayı onarmak için erkenden gelecek teknisyenleri karşılamak üzere saat 06.30’da marinada bulunmak zorunda kalmış. Beklenenler ancak saat 10.00 civarında  gelip, parça almak üzere ortadan kayboluyorlar. Bizim de, limandan ayrılmadan önce yakıt alma planlarımız suya düşüyor. Oysa İstanbul’daki hiç bir marinada,  böyle güzel bir yakıt iskelesi yok. Arada bir Pendik’ten buraya yakıt almaya gelip, bir koşu pazardan alışveri yapıp (böylece bağlanma parası vermeyip) geri dönmek akıllıca olur mu acaba?

Teknenin yakıt göstergesi deponun yarıya yakınını dolu olduğunu belirttiği için endişelenmeden yola çıkıyorum. Pendik’te yakıt almaya kalktığımda 130 litrelik deponun yarısına yakını hala dolu göründüğü için “65 litre ekle, işallah taşmaz” diyorum; “yok abi, otomatik atar” diyor pompacı ve doldurmaya başlıyor; pompadaki rakam 70 oluyor, 80 oluyor, 100 oluyor; nihayet “tamam” diyorum, parayı ödüyorum ama içime bir kurt düşüyor; “adamın sayacı arızalı mı?”, “kazıklanıyor muyum?” gibi sorular geçiyor kafamdan. O akşam Gezgin Korsan Forum’da bilenlere danıştığımda anlıyorum ki, tekneye o göstergeyi şaka diye koymuşlar, afedersiniz, ne şakası olduğu ortada. Herkesin kendi işaretlerini koyarak kendi sıkalasını oluşturması gerektiğini o zaman öğreniyorum ve allahtan kötü bir deneyim yaşamadan ve pompacıyı da suçlamaya kalkışmadan.

11.20’de yola çıkıyoruz. Rüzgar tam kafadan. Biraz da dalga var, o da kafadan. Önce bir kaç tramola denemesi yapıyoruz. Görenler Pendik’e değil de Ataköy’e gittiğimizi sanacaklar diye vaz geçip motoru çalıştırıyoruz. Pendik’i hedef alıp dümdüz gidiyoruz. Sanki geldiğimiz tekne ile değil de başka bir tekne ile gitmekteyiz; ağırlıklarından kurtulan Mergus, uçar gibi gidiyor, ama kafadan gelen dalgalarla fazla zıplamasın diye “gemliyoruz”; üç saat sonra yeniden Pendik’teyiz. Marina dışına yatılı ilk seferimiz kazasız belasız sona eriyor.

Bu işin bana Türk Lirası olarak maliyetine gelince:
İşçilik:
440
Astar ve zehirli boya:            
780
Cila:                                       
50
Sarf malzemesi:                     
80
BOYA TOPLAMI:
1350
Konaklama, çekme-atma,yıkama:
500
Şaft kovan yatağı ve değişimi:
175
TOPLAM GİDER:
2025


Ayrıca yolda 50-60 TL’lik yakıt tükettim.

Boya işi ile ilgili olarak başka firmalardan aldığım aldığım üç teklifi karşılaştırmam gerekirse:

Teklif 1: 1500 TL
Teklif 2: 1680 TL Bu rakamın 750 TL kadarı işçilik.
Teklif 3: 1570 TL ( %18 KDV dahil ) Bu rakamın 700TL  (KDV hariç 600TL) kadarı işçilik.

Bu durumda benim kazancım ne oldu?

Diğer tekliflerin sahipleri de bu işi Yalova’da yapmaya razı idiler; çekme-atma ve gecelemenin daha hesaplı olduğunu kabul ederek; bu durumda yakıt gideri her teklif için söz konusu olacak idi.

Sonuç olarak, bu işi, en düşük tekliften 150 TL daha ucuza maletmiş oldum. Bir dahaki sefere, boyaları yine kendim alsam daha iyi olur diye düşünüyorum. Geriye de işçilik kalıyor ki, kim daha düşük fiyat verirse ona yaptırırım.

Bu işi Pendik’te yaptırsaydım marinaya ödeyeceğim bedel TL olarak:

Çekme-atma:
760
Alt yıkama:
70
Karada konaklama (3x75):
225
Elektrik-su (yaklaşık):
  15
TOPLAM
1070
Görüldüğü üzere, Yalova’dakinin iki katını aşacaktı.