3 Nisan 2013 Çarşamba

KASIM’DA TEOS


Kasım’ın onbirinde Teos Marina’da Mergus ile buluştuk. Marina tam bir sessizliğe bürünmüş; in-cin bile top oynamıyor. Pazar günü biraz canlandı, sonra yine ıssız. Marina’dan çıkıp Sığacık’ı dolaştığımızda da okula gidip gelen çocuklar dışında bir hareket yok. Sadece Sığacık Pazarı, yaz aylarındaki gibi kalabalık idi; Pazar kahvaltımızı orada yaptık, biraz da meyve-sebze aldık.

Hava iyice serinlemiş durumda, hava sıcaklığı gündüz bile 20’nin altında, geceleri de 12’ye kadar düşüyor. Rüzgar ise yazdan kalma, 20 knotlarda esiyor ve yine kuzeyden; ama bir yararı var, rutubetin artmasını önlüyor, sabah kalktığımızda çiyden eser yok.

Marina’ya Cumartesi akşam üzeri ulaştık. Pazar günü, 25 knot hızla esen rüzgarda denize çıkmak yerine, daha önce başlayıp yarım bıraktığımız Teos Antik Kenti gezimizi tamamlamaya karar verdik. Marina çıkışından başlayıp 161. Sokak’tan güneye,Mekan Sitesi’ne doğru tırmanıp, 139. Sokak’tan batıya döndük (İzmir yöresinin her şeyi iyi de, şu sokaklara isim yerine rakam verme inatlarını anlıyamıyorum). Önce Teospa adlı konaklama tesisinin önünden geçtik. Güzel bir konumda, ağaçlar arasında çok sayıda binadan oluşan, ama sanki 50 yıl önce terkedilmiş bir tesis, zaten kapısı da kapalı, besbelli bir bekçi bile yok; işletme beceriksizliği mi?
  
Yolun sonunda büyükçe bir ev görünümünde Dali’s Motel, Sığacık’a bakan bir manzara; yaz-kış açık; sahibi ile ayak üstü sohbet. Bize Çamlık mesire yeri üzerinden antik kalıntılara giden yolu tarif ediyor.

Biz aslında teknede kalıyoruz, ancak Sığacık’ı ballandırdığımız dostlar buraya gelmeye kalkıştıklarında, kendilerine bir tesis önermemiz gerekiyor. Teknede ısıtma düzeni yok, ama battaniye ve yorganı üstüste örterek idare ediyoruz; ama burnumuz donuyor çünkü sabaha karşı ısı 12 dereceye düşmüş oluyor. Gelecek ay, uyku tulumlarını tekneye taşıyacağız sanırım.

Bir üst yola (166. Sokak) geçiyoruz, yolun bitiminde, tel örgülerin arasından, güneyimizde kalan çam ormanına dalıyoruz. Çamların arasındaki patikayı kullanarak, beş dakika içinde mesire yerine varıp, Teos Caddesi adı verilen asfalt kaplı yola çıkıyoruz. Çam ve zeytin ağaçlarının arasından güneye doğru 8-10 dakika yürüyüşten sonra, Teos Koyu, minik adaları ile önümüzde beliriyor. Doğu’ya doğru kıvrıla kıvrıla inen yola yönelip, müze inşaatının yanından geçip, kazı evinin ve tapınağın yer aldığı düzlüğe ulaşıyoruz.


Buradan da, taşıtlara kapalı yola girip Antik Liman okunun gösterdiği yöne, güneye doğru ilerliyoruz. Toprak yola dönüşen ve kır evlerinin arasından geçen güzergah yer yer çatallansa da herhangi bir yönlendirme işaretine rastlayamıyoruz. Ama beyaz bir keçiyle karşılaşıyoruz; bize yolu kendisi tarif edemiyor ama üzerinde oturduğu ve  kalıntılardan yürüttüğü beyaz taş blok, doğru yolda olduğumuzu söylüyor.


On dakika sonra aşağıda minik adaları ile Teos Koyu yeniden ortaya çıkıyor. Yolun ortasında huzur içinde yatan köpeği ürkütmeden yamaçtan aşağı inip antik limanın başlangıcına erişiyoruz. Burası yazın büyük olasılıkla otopark olarak kullanılan bir düzlük. Düzlüğü çevreleyen zeytin ağaçlarının gölgesi, yaz aylarında denize üşüşen günübirlikçiler için çok değerli olsa gerek.

Antik limanın kalıntıları bu noktadan başlayıp doğuya doğru 300 metre devam ediyor. Son 150 metresi deniz ile akarsu ağzını ayıran bir mendireğe dönüşüyor. Ancak karadaki kalıntıların tam üzerine bu önemli yapıt ile birlikte tarihe geçmek isteyen bir lokanta kondurulmuş. Biraz geriye çekseler, hiç bir özelliği kalmayacak bir “tesis”.


Bu kalıntı, Asos’taki kadar olmasa bile, denizin içinde kalan nadir antik limanlardan olsa gerek; güneyli rüzgarlardan korunmak için limandan yararlanan bir kaç küçük tekne bile var. Genellikle akarsu ağızlarına yapılan limanların kalıntıları, binlerce yıl içinde alüvyonların dolması nedeniyle kıyıdan çok içerlerde kalmaya mahkum oluyor. İnsanlarımıza buraları tanıtmak için yapılacak hiç bir şey yok mu acaba? Ama önce insanlarımızın bu tür değerlere olan merakını gıdıklamak gerek her halde.

Bu liman MÖ altıncı yüzyılda Teos kentinin ticari öneminin artıp gelişmesinde belki de en büyük rolü oynamış; özellikle Sığacık mermerlerinin Roma’ya taşınmasında kullanılmış. Aynı dönemde kentin kuzeyindeki ikinci bir limanın varlığından da söz edilmekle beraber bu limandan herhangi bir iz bulunamamış.




Limandaki oku izleyerek, Agora’ya ulaşmak üzere kuzeye doğru giden patikayı tutuyoruz. Çevrede tek tük kır evleri, zeytin ağaçları ve kocaman meşe ağaçları var. Dönüşte Türkiye’nin Ağaçları ve Çalıları (Necati Güvenç Namıkoğlu) kitabından, bu ağaçların Anadolu Palamut Meşesi (Quercus Ithaburensis) cinsi olduğunu ve Batı Anadolu’da beşyüz yaşında olanlarına rastlandığını öğreniyoruz. Bizim ilk bakışta ilgimizi çeken, yere düşmüş palamutların iriliği idi (Çapı 2.5 cm, boyu 4 cm); bir de kadehlerinin çiçek gibi açmış görünüşü.




Yine bir 10 dakikalık yürüyüş ve sapacağımız yeri öğrenmek için çocuklarla sohbet (Herhalde insanların iletişimini artırmak için, yetkililer kuru bir işaret tabelası dikmeyi benimsemiyorlar). Çevreye dağılmış taşların giderek artması da, Agora’ya yaklaştığımızı gösteriyor. Agora’daki Bouleuterion, yani halk konseyi toplantı amfisi, dünyadaki en sağlam kalanlardan biri olsa gerek. Bizden başka birkaç kişilik bir yabancı ziyaretçi grubu daha var sadece. Böyle bir yapıt, diyelim ki ABD’de olsa her halde yılda bir milyon ziyaretçi çekmeyi becerirlerdi.




Bu minik tiyatronun hemen bitişiği mandalina bahçesi, ama biz sırt çantamızdan, sabahleyin pazardan aldığımız mandalinaları çıkarıp yiyoruz. Çelen ile benim için mandalina meyvesi ayrı bir önem taşıyor. 1963 yılında, Mimarlık Fakültesi öğrencisi iken, bir şehircilik projesi için sınıfça Bodrum’a gitmiştik. Saha çalışması yapılıp, yerleşmenin toplumsal yapısı ile ilgili veri toplamak gerekiyor idi. Gruplar belirlendi, biz Çelen ile birlikte belli bir mahalleyi dolaşacaktık. Ziyaret edip anket yaptığımız insanlar muhakkak bir şey ikram etmek istiyorlardı, ancak bahçelerindeki bir kaç mandalina ağacından başka hiç bir şeyleri yoktu. Bir evden ötekine giderken, her bir mandalinayı yarım yarım paylaşarak yerdik. Bir yıl sonra Çelen ile nişanlandık, iki yıl sonra evlendik. Mandalinayı paylaşarak yeme alışkanlığımız hep sürdü. Bodrum mandalinasının kokusu da burnumuza yapıştı kaldı.
                                                                                   

İlginç zeytin ağaçları ile sınırlanmış tarla ve bahçelerin arasından batıya doğru beşyüz metre kadar yürüyerek tapınağa ulaştık; turu tamamlamıştık. Koca tapınak kalıntısında da sadece bir aile dolaşıp resim çekiyorlardı (tabii kendi resimlerini). Buranın tadını çıkaran ikinci aile de tek kuzulu bir koyun ailesi idi. Benim bildiğim, eskiden bahar gelmeden kuzulanmazdı, buranın baharı ne kadar erkenmiş!.


Kalıntıların hemen bitişiğindeki bir koca zeytin ağacının altında, çırptıkları zeytinleri toplayan bir üçüncü aile ile, görünürdeki memeli nüfusu tamamlanıyordu. Biz de gezimizi sona erdirip, birbuçuk kilometreyi katederek, kestirme yoldan Sığacık’a döndük.




Pazartesi ve Salı günlerini yelkene ayırdık. Herhangi bir yerde demirlemeksizin, 15-20 knot esen kuzeyli rüzgarlarda, Sığacık Körfezi’nde sakin saatler geçirdik. Akşam üzerlerini, günbatımı yürüyüşleri yaparak değerlendirdik; bir gün Kuzeye, mezarlık tarafına, esen rüzgardan habersiz durgun denize yansıyan akşam ışıklarının tadını çıkarmaya; ertesi gün batıdaki tepelere, Teke Burnu’nun uzantısı tepelerin ardında güneşin kayboluşunu izlemeye.



TEOS ANTİK KENTİ'NDE YÜRÜYÜŞ GÜZERGAHIMIZ

TEOS ANTİK KENTİ ARKEOLOJİK SİT ALANI HARİTASI

2 yorum:

  1. Merhaba.
    Sizi, gezginkorsan'da ara sıra görüyordum.
    Dün, teknenizi satılığa çıkardığınızı fark ettim, sonra da blogunuzu.
    Dün gece başladım, bu sabah devam ettim.
    Doğan KUBAN'ın ziyareti ile ilgili yazınızı az önce okudum.
    Saçma ama nedeni bilinmez, anlatılmaz bir hüzün yaşıyorum.
    Bu sene başında "teknelendik";
    Ben, teknede yaşıyorum, eşim henüz emekli olmadığı için İstanbul'da.
    Bazan o bana eşlik ediyor, çoğu zaman "fırçayı yeyince" ben ona İstanbul'da.
    Şu an İstanbul'dayım!

    Sizin blogunuzda paylaştığınız acemilikleri, gün be bün yaşıyoruz.
    Saçma gelecek ama kızımız (Bavaria 38), sizin de kızınız.
    Dilediğiniz ve uygun olduğumuz her zaman sizi ağırlamaktan onur duyacağımızı bilmenizi isteriz.
    Saygılar,
    Yaprak Fikret DOĞANLAR.
    Valentina

    0532 635 9674
    fdogans@yahoo.com


    YanıtlaSil